Faşist Rejimlerin Ortaya Çıkışı ve Demokrasilerin Yok Oluşu (“The Emergence of Fascist Regimes and the Demise of Democracies”)

Vahit Erdoğdu

 

In Spring 2022, Vahit Erdoğdu was a participant in the Socrates course “Democracy and Contemporary Politics in the World and Turkey” an evening course in Sociology and Political Sciences instructed in Turkish language. In his text “The Emergence of Fascist Regimes and the Demise of Democracies”, Vahit Erdoğdu discusses the writings by Arendt, Adorno and Freud on the social background of fascist regimes. He criticizes the current problems of violence and democracy in the middle east and politics in Turkey by following the terms and arguments of the literature. 




“Her yeni doğumla dünyaya yeni bir başlangıç gelir, yeni bir dünya potansiyel olarak vücut bulur. Yasaların istikrarı, beşerî meselenin değişmez talebidir; bu talep de insanlar doğup öldükleri sürece asla sona ermez. Yasa her yeni başlangıcı kısıtlar ve aynı zamanda hareket özgürlüğünü, büsbütün ve öngörülemez olan bir şeyin gerçekleşme potansiyelini güvence altına alır; tarihsel varlığı için bellek neyse, insanın siyasal varlığı için de pozitif hukukun sınırları odur: Her yeni kuşağın bireysel yaşam aralığını aşan, tüm yeni başlangıçları özümseyen ve onlardan beslenen bir sürekliliğin ve müşterek bir dünyanın gerçekliğini güvence altına alır.”(De Civitate Dei,Hannah Arendt, Totalitarizmin Kaynakları-3, Kitap 12, Bölüm 13, Sayfa 292) 

 

Her yeni doğumun dünya için bir umut taşıdığını ancak pozitif hukuk ve beşerî yasalarla bunun nasıl dumura uğratıldığının tespitini yapan Hannah Arendt bunun aslında bir ideolojik terör olduğunu vurgulamış ve buna dair çözümlemeler yapmıştır. Kısa olarak bu alıntıladığımız tespitten yola çıkacak olursak; insanın doğuştan gelen, kimsenin rıza ve iznine tabi olmayan hakları yapay yasalar bahane edilerek engellenmeye, kısıtlanmaya, rejim ya da hareketlerin istediği şekilde düzenlenmeye çalışıldığı günümüz dünyasında bireysel ve toplumsal özgürlükler kısıtlanmıştır.

 

Toplumsal sınıfların aşağıdan yukarı doğru sürekli azalan bir piramit olduğunu düşünürsek, bireylerin daha eşit ve demokratik haklara sahip olduğu görürüz. Aşağı doğru indikçe kan ağlayan, emeği sömürülen ve bireysel özgürlüğü ekonomik varlığı kadar tanınan toplum algısı günümüzün kanserli, sürekli sorun ve çıkmaz yaratan en büyük sorunları olarak görülüyor. Bireyin ve bu bireylerin yarattığı yeni nesiller üzerinde psikolojik olarak kendini aşağı ve değersiz hissetme, hiçbir işe yaramadığını düşünme sürekli bir hal alır. Bu bireylerin ellerine gücü aldıkları zaman olacakları aslında tahmin etmek güç olmasa gerek. Özünde iyi olan ama sistemin kurbanı olan bu insanların bireylerin zamanla nasıl gaddar ve tehlikeli hale geldikleri birçok örnekle karşımızda durmaktadır. DAEŞ bu psikolojik sendromun en açık örneklerinden biridir. Ülkelerini yabancı güçlerin işgal ettiği, bu güçlerin de Sünni inancı hedef alarak kazanımlarını yok ettiğini, Şii ve ılımlı islam rejimleri altında kendi inanç ve itikadi sistemlerini yaşatamadıklarını düşündüler. Daha sonra ABD, Şiiler ve Irak merkezi devletini düşman bellediler ve bu nefretle artık şiddette sınır tanımamaya başladılar. Şiddet şiddeti doğurur tezinin açık bir örneğidir desek herhalde yanılmış olmayız. Yasaların bu hale getirdiği insanlardan bahsediyoruz. Toplumun tamamına uymayan ve büyük bir kısmını dışlayan bu yasalar bir düzen değil bir yüksek bir şiddet ve terör doğurur. Çünkü yasa sadece hak, özgürlükler ve inanca saygı değil aynı zamanda ekonomik olarak da insanların yaşamasına şans tanımıyor ve bu da insanları keskin bir ayrılışa sürüklüyor. Ayrıma sürüklenen insanların kullandığı şiddet bütün dünyada terör olarak adlandırılıyor ve çoğu zaman bu sistemin terörü yarattığı, insanları ayrıştırıp mültecileştirdiği gözlerden kaçıyor. 

 

“Terör, her türlü muhalefetten bağımsız hale geldiği zaman yekvücut bir biçim alır; yoluna artık kimseler çıkmadığı zaman en üst derecede yönetir. Yasallık baskıcı olmayan yönetimlerin özü, yasanın yokluğu da tiranlığın özü ise, o halde terör totaliter tahakkümün özüdür.”  (Hannah Arendt, Totalitarizmin Kaynakları-3, Kitap 12, Bölüm 13, Sayfa 291) (De Civitate Dei, Kitap 12, Bölüm 13, Sayfa 291)

 

Yasalar konulurken insanın doğası dikkate alınmadığı sürece faşizm ve totaliter rejimler sürekli bir biçimde varlığını devam ettirecektir. Her gücü eline alan hareket ve rejimler özellikle bunun farkında oldukları için insan doğasına aykırı yasalar çıkarırlar. Temeli sağlam olmasa da peşlerine taktıkları kitleleri mobilize etmeyi başarırlar. Propaganda aracı olarak, sürekli bir dış düşmanlarının olduğu, bu düşmanların emeklerini, inançlarını, kültürlerini ve ahlaki yapılarını yok etmeye çalıştıklarını, önlem alınmaz ve bunlar düşman bellenmezse yok olacaklarını, alan ve mevki kaybedeceklerini belirtirler. Özellikle milliyetçilik ve dincilik en çok kullandıkları aygıtlardır ama tabi ki farklı farklı örnekler de mevcuttur. Sovyet Rusya’sında insanlar proletaryanın burjuvayı düşman bellemesiyle insanlar proleter diktatörlüğü meşru görmeye başladılar. Yine 1936 yılından başlayarak Hitler önderliğindeki Naziler bütün kötü musibetlerin sebebi olarak Yahudileri gösterdiler ve Alman toplumunun büyük kesimi Yahudilere düşmanlık beslemeye, onların bütün hak ve emeklerini çalan, yok edilmesi gereken bir sinekten başka bir şey olmadıklarını düşünmeye başladılar. Kitlelerin böyle birdenbire neden düşman kesildiklerini T. Adorno da ‘Freud Teorisi ve Faşist Propagandanın Yapısı’ adlı makalesinde ele almıştır. Freud’un 1921’de “Grup Psikolojisi ve Ben Analizi” kitabından da esinlendiği bu çalışmasında kitle psikolojisi sorununu bireyin çöküşüne ve bundan kaynaklanan ruhsal güçsüzlüğüne, sosyal ve ekonomik bunalımına bağlar. 

 

“Bir takım sıradan betimlemelerden yola çıkarak kitlelerin kendilerine yakıştırılan belki de o değişmeyen değersizliğine hükmetmek yerine Freud tam bir aydın ruhu içinde, nelerin kitleleri kite durumuna getirdiğini sorgular. Kendisi için bir çözüm olmaktan çok bir sorun ifade eden, o sosyal ya da sürü içgüdüsü gibi kolay bir varsayımı reddetmektedir. Bunun da Freud’un belirttiği üzere, ruhbilimsel nedenler yanında sosyolojik nedenleri vardır.” (Theodore W. Adorno, Toplum Üzerine Yazılar, Sayfa 29.) 

 

Çile, ıstırap ve hınç söylemlerinin yoğun olarak Türk-İslam coğrafyasında iktidarlar tarafından sürekli dillendirilmesi de bu sosyolojik tespitlerin güzel bir özetidir. Bunu destekleyen Fethi Açıkel “Kutsal Mazlumluğun Psikopatolojisi” adlı makalesinde Horney’den yaptığı alıntıda “Dünyanın acımasızlığı”, “Avrupa’nın nankörlüğü”, “sistemin adaletsizliği”, “hayatın zalimliği” ve “feleğin kahpeliği” karşısında ben-ideali tehdit altına giren yığınların ideolojisidir. Siyasal fantazya aracılığıyla “iade-i itibar”, “iktidar”, “saygınlık” ve “hınç” arayışıdır. Periferideki hoyratlığın ardına gizlenmiş “sevgi ve şefkat gereksinimidir”. 

 

       Antidemokratik hareket ve faşist rejimlerin sürekli sürdürdüğü yalanlar ile manipüle ettikleri toplumlar bir dönem için işlerine yarayacak boyutta bir dejenerasyona uğrar. Daha sonra yarattıkları bu kitleler bir ben sevdasına kapılır, artık kendini her şeyin (bağlı bulundukları iktidar dahil) üstünde görmeye başlarlar. Daha fazla yalan uyduramayan bu iktidarlar (Arendt’ in dediği gibi ABC planları/yalanları vardır ama  Z’ye kadar yoktur) zamanla içeriden kemirilip yok olmaya başlarlar. Kendilerini ayakta tutan kitle ve yandaşlar onlara en büyük düşman olmaya kadar devam eder bu olay. Konuyu örneklemek açısından basit bir gerçeğe işaret eden HDP Eski Eş genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın AKP’den ayrılanlar hakkında yaptığı bir meclis grup toplantısında çok çarpıcı olarak “Şu konuşmam tarihe not düşsün!” dediği Sol BEK isimli youtube kanalında 30.06.2019 da yayınlanan “Selahattin Demirtaş’ın her dediği tek tek çıkıyor: Bakın göreceksiniz…” konuşmasını ekleyerek konuyu sonlandırmak istiyorum.  

https://www.youtube.com/watch?v=XPFl9kIhp4Y 



Referanslar:

 

1)Theodore Adorno, Eleştiri: Toplum Üzerine Yazılar, Belge Yayınları)Eleştiri / Toplum Üzerine Yazılar, Theodor W. Adorno, Belge Yayınları

 

2)Totalitarizmin Kaynakları, Hannah Arendt, İletişim Yayınları

 

3) IŞİD (Irak Şam İslam Devleti): Psikopolitik ve Teolojik Bir Değerlendirme, Muammer Cengil ve Ali Rıza Aydın, Dergi Pak, Iğdır Üniversitesi / Iğdır University Sosyal Bilimler Dergisi / Journal of Social Sciences Sayı / No. 6, Ekim / October 2014: 51-63

 

4)Fethi Açıkel, Kutsal Mazlumluğun Psikopatolojisi, Toplum ve Bilim Yayınları

 

5)Wikipedia, Irak ve Şam İslam Devleti, Nisan 2021

 

6)Youtube, Sol BEK kanalı, 30.06.2019